10 Mayıs 2011 Salı | By: Necmettin Tetik

ATÖLYE'DE BULUŞACAĞIZ!!!

Bu akşam saat 21.00'de Yeni Tv'de "Atölye'de Buluşalım" adlı programda Gürol Tonbul, Mehmet Refik Soyer ve Dilek Tunalı'nın konuğu olacağım. Sanat, tiyatro, sinema ve edebiyat üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştireceğiz! Sizi de bekleriz...  :))


30 Nisan 2011 Cumartesi | By: Necmettin Tetik

KALBİMİN MAHALLESİNE HOŞ GELDİNİZ…

80’lerin bitimiydi… Aslında bir bakıma benim haşarı çocukluğumun da son demleriydi. Çünkü ‘89 yazında geçirdiğim bir trafik kazası hayatımda yeni bir dönem başlatmıştı. Zaten çocukluğum da o kazayla bitmişti!
Oldukça uzun süren ve sancılı bir ameliyatlar zincirinden sonra evimdeydim nihayet… Derken bir yaz günü çok sevdiğim arkadaşım / abim Tayfun, elinde bir kasetle çıkageldi…
“-Neco! Bu kaseti dinliyorum günlerdir, eminim sen de seveceksin!” dedi gülerek…

Heyecanla kaseti alıp bakmaya başladım. Kapakta; Bir metroda yolculuk eden 5 gencin siyah-beyaz resmi vardı. Grubun adı “New Kids On The Block” albüm de “Hangin’ Tough”tı. Merakla kaseti çalmaya başladım. Daha dün gibi o kadar net hatırlıyorum ki ilk şarkı; “You Got It (The Right Stuff)”tı.
Aman Allahım, müzikler o kadar güzel, şarkılar o denli içtendi ki benim gibi hasta bir çocuğun acılarını geçici de olsa dindirmişti! Kaseti o kadar çok dinledim, sevdim ki kaset bile dayanamadı ve koptu! (Tabii ben daha sonra o albümden 4 tane daha aldım!

Aradan zaman geçmişti ki bu defa da kafayı; “Şarkılarında ne demek istiyorlar?” sorusuna taktım. Öyle ya anlamını bilmeden bu kadar hoşuma gidiyorsa sözler de en az müzikler kadar güzel ve anlamlı olmalıydı… Sonuçta İngilizce öğrenmeye karar verdim. Daha doğrusu İngilizce’yi N.K.O.T.B şarkılarıyla öğrendim!

Zaman aktı gitti, iyileştim ve bir süre sonra delikanlılık ülkesine pasaport aldım. Takvimler 90’ların başını işaret ediyordu. Ve Boston’dan gelen bu 5 genç, “Mahallenin Yeni Çocukları” (New Kids On The Block) sadece benim gibi bir liseliyi değil; Dünyayı da büyülüyorlardı artık! Hatta müzik eleştirmenleri “The Beatles”tan sonra tarihin en iyi Boy Band’i olarak onları gösteriyorlardı!



Artık gençler “Please Don’t Go Girl” ile birbirlerine kur yapıyorlar ve adım adım (“Step By Step”) N.K.O.T.B şarkılarıyla romantizmi yeniden keşfediyorlardı! Sonra her grubun başına gelen malum son bizim delikanlıların da başına geldi…

Mahallenin Yeni çocukları tıpkı “The Beatles” gibi zamanın geldiğine inandılar ve mahalleden sessizce taşındılar… (Allah’tan bu defa ölüm yoktu ve ayrılık, acı da olsa katlanabilir boyutlardaydı!)  Veda albümleri de aslına bakarsanız bir resmi geçit tadındaydı… “Face The Music” adını taşıyan albüm aynı zamanda grubun peri masallarını aratmayacak muazzam hikayelerinin de bir özeti gibiydi…

Tam 17 yıldır, aynı hevesle ve hazla N.K.O.T.B şarkılarını dinlemeye devam ettim. (Ediyorum da…) Kah sevindim, kah hüzünlendim. Ayrı yollardan müzik serüvenlerine devam eden üyeleri takip ettim. Ancak geçen hafta “N.K.O.T.B 17 yıllık sessizliğini bozdu!” yazan bir haber, içimi titretti. Evet! İşte ilk gençlik kahramanlarım, efsane grup tekrar bir araya gelmişti!

Heyecanla itunes’in yolunu tuttum. Ve işte sihir yeniden karşımdaydı! “Don't Turn Out The Lights” isimli single’ı indirmem 3 dakikayı geçmedi! Daha olgun, biraz yaşlanmış ama sesleri hiç değişmemiş ve müzikleri hala aynı tattaydı! Üstelik 90’ların efsane gruplarından “Back Street Boys”la birlikte şarkıya can vermeleri muhteşemdi!!! Mahallenin yeni çocuklarını, arka sokağın çocuklarıyla dinlemek bambaşka bir keyif!


 Yaklaşık 10 gündür dünya müzik piyasası bu single ve haberle çalkalanıyor. Ve daha şimdiden kendilerine Amerika’da ilk 5 içinde yer buldular! Mayıs ayının ortasında çıkacak albümün sanıyorum bu yazı sallayacak! 

Peki ben bu yazıyı neden mi yazdım?
Aslında geç kalınmış bir teşekkür yazısıydı benim için ve boynumun borcuydu… Artık, hikayeler, şiirler, senaryolar yazıyorum. TRT’de programlar yapıyorum, ödüller alıyorum ve oyunlarım sahneleniyor. Tiyatrocuyum… Bir yazarım… Sanırım her şeyi tetikleyen iki olaydan biri New Kids On The Block oldu!
Çocukluğum… İlk gençliğim… Kaza… Anılar, acılar, sevinçler ve aşklar…

En sevdiğim şiirlerimi, öykülerimi N.K.O.T.B şarkıları bana eşlik ederken yazdım… Geç de olsa teşekkür ederim New Kids On The Block… 

Uzun bir aradan sonra tekrar Kalbimin mahallesine hoş geldiniz!!!

Necmettin TETİK


10 Aralık 2010 Cuma | By: Necmettin Tetik

2010 Sedat Simavi Ödülleri”ni kazananlar belli oldu!..

Ödüller 27 Aralık saat 19.00’da, İstanbul Modern’de düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek!





“2010 Sedat Simavi Ödülleri”ni kazananlar belli oldu!..

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 2010 Sedat Simavi Ödülleri’ne değer görülen sanatçı, gazeteci ve bilim insanlarına verilecek ödüller açıklandı. TGC’nin kurucu başkanı Sedat Simavi adına 33 yıldan bu yana sürdürülen ödüller; gazetecilik, radyo, televizyon, edebiyat, sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri, görsel sanatlar ve spor alanlarında veriliyor. Ödüller 27 Aralık saat 19.00’da, İstanbul Modern’de düzenlenecek törenle sahiplerine verilecek.

SEDAT SİMAVİ MEZARI BAŞINDA ANILACAK
Bu arada, 11 Aralık 1953’de yaşamını yitiren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kurucu başkanı Sedat Simavi ölümünün 57. yılında Kanlıca’daki mezarı başında bugün saat 11.00 de anılacak. Anma törenine daha önceki yıllarda olduğu gibi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyeleri katılacak.

Ödülleri bu yıl kazananlar ve eserleri şöyle:

GAZETECİLİK ÖDÜLÜKerim Ülker (Sabah Gazetesi muhabiri) Vatan Gazetesi’nde yayınlanan “Eski Orman Bakanı Osman Pepe’nin İcraatları”  konulu haberleriyle

Seçici Kurul ayrıca, Murat Sabuncu’yu Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan “Mavi Bebek’in Kaderi İsrail’in Elinde” başlıklı haberi nedeniyle övgüye değer gördü.

RADYO ÖDÜLÜ
Saadet Baykal, TRT’de yayınlanan “Portede Hüzün: Fado” adlı radyo programıyla.

Seçici Kurul ayrıca, Necmettin Tetik’i NTV Radyo’da yayınlanan “Mikrofondaki Hayalet” adlı radyo programı nedeniyle övgüye değer gördü.

TELEVİZYON ÖDÜLÜ
Gül Büyübeşe Muyan, TRT’de yayınlanan “Kaybedenler” adlı televizyon programıyla.

Seçici Kurul ayrıca, İHA muhabiri Necmi Ertuş’u  “Oğlum Olmadan Asla” adlı haberi nedeniyle övgüye değer gördü.

EDEBİYAT ÖDÜLÜ
Adnan BİNYAZAR, “Edebiyat ve Toplum” adlı deneme kitabıyla.

SOSYAL BİLİMLER ÖDÜLÜ
Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay, “İstanbul Haritaları 1422 – 1922” adlı eseriyle.

Seçici Kurul ayrıca, Prof. Dr. Emre Dölen’ i  “Türkiye Üniversite Tarihi ( 5 cilt)” adlı çalışması nedeniyle övgüye değer gördü.

FEN BİLİMLERİ ÖDÜLÜ
Prof. Dr. Erdal Arıkan, “Kutupsal Kodlama: İkili-Girişli Kanallarda Kapasiteye Erişen Kodlar İnşası İçin Yapıcı Bir Yöntem” adlı eseriyle.

SAĞLIK BİLİMLERİ ÖDÜLÜ
Seçici Kurul, yarışmaya başvuran eserler içinde bu yıl Yönetmelik şartlarına uygun, ödüle değer bir araştırma bulunmadığına karar verdi.

GÖRSEL SANATLAR ÖDÜLÜ
Yrd. Doç. İrfan Okan, “Evin Sanat Galerisi ‘Arafta Unutulanlar’ resim sergisi” ile.

SPOR ÖDÜLÜ
Nevin Yanıt “Avrupa Atletizm Şampiyonası 100 metre engelli 1'ncisi” olması nedeniyle.

Seçici Kurul ayrıca, A Milli Erkek Basketbol Takımı’nı  “Dünya Basketbol Şampiyonası 2'ncisi” olması nedeniyle övgüye değer gördü.
24 Ekim 2010 Pazar | By: Necmettin Tetik

“DISNEY ON ICE” DISNEYLAND MACERASI!

Çocukluğumda en sevdiğim şeylerin başında çizgi film izlemek gelirdi. Öyle güzel ve sihirli bir dünyaydı ki içine girmek ve orda kalmak isterdim hep! Neler neler yoktu ki o büyülü krallıkta… Bir çocuğun isteyebileceği herşey ve fazlası vardı. Bizler, yani 80’lerde çocuk olanlar daha iyi hatırlar; O dönemin herşeyi farklıydı. Oyunlarımız, arkadaşlığımız, siyah-beyaz televizyon dönemi ve ilk çocukluk kahramanlarımız….

Kendi büyüdüğüm dönem olduğu için söylemiyorum ama 80’ler gerçekten çok farklıydı. Nasıl derler… “BİZLER, ÇOCUK GİBİ ÇOCUKTUK…” Yoklayın lütfen hafızanızı… Kimler geldi geçti (mi acaba) anılarımızdan… Nielsen ve uçan kaz, Yakarı, Clementine, Voltron (Voltran Voltran Voltran diye az bağrınmadık hani!), Superman, Şirinler, Hayalet Avcıları, Red Kit ve tabii ki Walt Disney’in unutulmaz kahramanları…
      
                 
Ben Mickey’le Minnie’yi hep evli zannederdim ufakken… (Allahtan daha sonra evlendiler nihayet!) Hele Donald Duck’la Daisy’e bayılırdım! Goofy o kadar tatlı bir salaktı ki sakar köpeği Pluto ile olan maceralarına gülmekten katılırdım! “Keşke, keşke derdim şu televizyondan beni bir çağırsalar da yanlarına gitsem… Onlarla doyasıya oynasam, onları ne kadar sevdiğimi söyleyebilsem!”

Hele ki masal zamanı kendimden geçerdim! Yakışıklı prensin gelip Pamuk Prensesi kötü kalpli cadıdan kurtarması, Peter Pan’ın “Olmayan Ülkesi” (Neverland), Deniz Kızı’nın hikayesi… Sonra zaman büyüdü ve Disney ailesine de yeni kahramanlar katıldı… Oyuncak Hikayesi, İnanılmaz Aile derken çocukluğumun en güzel fotoğraf albümüne yeni yeni resimler eklendi.

                            
Ve soğuk bir İzmir gecesinde uzun yıllar sonra tüm bu kahramanlarla hayatımın en sıcak karşılaşmasını yaşadım! “Disney On Ice” belki de hayatımda gördüğüm en güzel ve özel gösterilerden biriydi…

Kahraman faremiz Mickey Mouse, Minnie, Mickey, Daisy, Donald, Pluto ve Goofy ve arkadaşları yeniden karşımdaydı! Üstelik macera yolculuğunun adresi bu defa Disneyland’dı! Konu aslında bildik, tanıdık ama binlerce kere izlenecek türdendi…

Sevimli kahramanlarımız Disneyland’e gitmeye karar veriyor. Ancak her masalda olduğu gibi bu masalda da bir Kötü Kalpli Kraliçe ortaya çıkıyor. Kahramanlarımız Disneyland’e doğru yola çıkarken, Kötü Kalpli Kraliçe de Sihirli Krallığı 100 yıllık uykuya yatıracak olan bir sihir hazırlıyor. Büyük bir talihsizlik yaşayarak bu büyünün etkisi altına giren Minnie ve Donald’ı bu sihirin etkisinden kurtarmak da tabii ki Mickey ve arkadaşlarına düşüyor!

     
İzleyicilerin de yardımıyla Minnie ve Donald’ı kurtarmaya çalışan ekip, maceraya konuk olan İnanılmaz Aile’nin ve diğer Walt Disney karakterlerinin de yardımıyla Kötü Kalpli Kraliçe’nin yaptığı büyüyü sonunda bozuyor ve Disneyland, bir kez daha dünyanın en mutlu yeri oluyor.


Gösteri tek kelimeyle muhteşemdi! Ama keşke başka Disney karakterleri de bu sihirli maceraya girebilseydi diye geçirdim içimden… Bir de Halkapınar Arena’nın sarp bir uçurumu andıran oturma yerleri, daracık plastik koltukları ve gösteriye ulaşabilmek için trafikte geçen sıkıntılı saatleri de unutmadığımı hemen eklemek istiyorum satırlarıma!

Uzun yıllar sonra çocukluk kahramanlarımla yeniden karşılaşmak ve bir Peter Pan olarak bu hikayeye katılmak tek kelimeyle muhteşemdi!
Tüm bu kahramanları hala çılgınca seviyorum. Dünya zamanıyla her geçen gün büyüyoruz ama ben inatla büyümemeyi seçenlerdenim galiba!..
Necmettin Tetik


14 Ekim 2010 Perşembe | By: Necmettin Tetik

GALERİ EBRU

1973 yılından beri İzmir'de büyük beden ve klasik bayan giyimde seçkin markalardan oluşan koleksiyonu ve kaliteli ürün yelpazesiyle haklı bir yer edinmiş olan Galeri Ebru, http://galeriebru.blogspot.com/ adresinden yayın hayatına başladı. Modaya dair yeni fikirler edinmek, stil önerilerinden haberdar olmak ve sevdiklerinize özel kıyafetler hediye etmek istiyorsanız kaçırmayın derim. Şiddetle tavsiye ediyorum!

Necmettin Tetik


7 Ekim 2010 Perşembe | By: Necmettin Tetik

YE DUA ET, DİNLE!

Son günlerde bir fırtınadır kopuyor. Önce kitabıyla ortalığı karıştıran ardından da filmiyle gümüş perdeyi adeta bıçak gibi kesen “Eat Pray, Love” dan bahsediyorum. Ülkemizde “Ye Dua Et, Sev” adıyla yayınlanan Elizabeth Gilbert’in bu keyifli romanı 36 dile çevrildi ve en çok satanlar listesinde bir yıl boyunca kendine güzel bir yer edindi.

Tabii yaşadığınız yer Amerika ise ve başarılı bir yazarsanız bir anda Hollywood kapıları da ardına kadar açılıyor. Bazı durumlarda iyi ki de açılıyor. Böylesine güzel ve akıcı bir öyküyü usta oyuncular eşliğinde izlemek eminim ayrı bir keyif olacak. Tabii söz konusu Julia Roberts ve Javier Bardem olunca ortam buram buram romantizm kokuyor.

Senaryonun Ryan Murphy’nin kaleminden çıkması da bence bu filmi daha özel bir hale getiriyor. Merak edenler için hemen söyleyelim Ryan Murphy,  “Nip & Tuck” dizisinin yaratıcısı ve senaristi!

  
Filmin konusu ya da kitapla ilgili şeylerden bahsetmek istemiyorum. İki gündür filmin müziklerini keyifle dinliyorum. Son yıllarda hoşuma giden ender “Soundtrack”lerden biri olmuş. Ben müzik albümünü de kitabın adı gibi üç ayrı bölümde hayal ettim. 

Açılış kısmı “Eat” yani “Ye” kısmına uygun olmuş. Çalan şarkılar İtalyan mutfağı tadında ve Roma aromasıyla renklendirilmiş. Hele Mozart’ın ölümsüz eseri “Sihirli Flüt”ün en sevdiğim aryalarından gece kraliçesine ait olan “Der Rache Kocht In Meinem Herzen” kesinlikle nefis bir geçiş köprüsü olmuş!

Albümün ikinci kısmı olan “Pray”, “Dua et” kısmı da o kadar güzel şarkıların ard arda gelmesiyle bambaşka bir hava katmış. Durağanlık, iç yolculuk, biraz Katmandu ama en çok da Hindu mistisizmiyle kucaklıyor sizi…


Gelelim aslında herşeyin merkezinde olan “Love”, “Aşk” bölümüne…
      
“Last Tango In Paris” kelimenin tam anlamıyla müzikal konsepte cuk oturmuş… Gözlerinizi kapatıp bir de Neil Young’ın “Heart Of Gold” baladında harmonikadan çıkan büyülü tınılara tutunmak var ki… Sizi hayallerinizin kıyısına alıp götürüyor, sürüklüyor ve bu ruh hali bir ritüel gibi tekrar ediyor!

Sonuçta aşk her yerde…
Sevmesini bilene…
Sevgisi için emek verene…
              O yüzden diyorum ki;

Ye Dua et, Dinle!

Necmettin Tetik



2 Ekim 2010 Cumartesi | By: Necmettin Tetik

LOREENA McKENNITT GERİ DÖNÜYOR!

Kadim mitolojide Musa’lar olarak bilinen; Klio, Euterpe, Thalia, Melpomene, Terpsikhore, Erato, Polymnia, Urania ve Kalliope adında 9 tane kız kardeş vardır. Her biri farklı sanat dallarının ilham perisi olup inanışa göre “Pieria” ve  “Helikon” dağlarında yaşarlar. Mütevaziliğinden mi kaynaklıdır bilinmez ama bu perilerin annesinin adı aslında  Loreena McKennitt’tır!
Bazı ruhlar özeldir. Tanrı tarafından kutsanırlar ve bu dünyada yapacak işleri olur. İşte kızıl saçlı ilahe McKennitt da bunlardan biri bence.
Benim Loreena McKennitt  masalıyla tanışmam ve dahi kendimi bir “Elf” olarak karıştırmam 90’ların başına dayanıyor. İlk aldığım albümü daha dün gibi hatırlıyorum “Visit”ti. Daha ilk dinleyişte öyle beğendim öylesine büyülendim ki bu “Ziyaretçi”yi hiç yollamamak üzere kalbimin mahallesinde en sevdiğim komşum ilan ettim! Ardından efsane albümü “The Mask And The Mirror” (Maske ve Ayna) geldi ve o yıldan bu yana arşivimin en tepesine, ruhumun sevgi manzaralı odasına kamp kurdu.
Size kalkıp Loreena McKennitt’ın diskografisini yazacak halim yok. Zaten bilen onu biliyor. Bu yazı sadece Loreena’yı tanıma, kullanma kılavuzu tadında bir yazı olsun istiyorum. Onun ayrıcalığını, sihirini, hayat hikayesini, müziğini ve yolculuğunu kendiniz keşfedin istiyorum. Tabii ki onun bendeki çağrışımlarını sizlerle paylaşarak…

        
Benim için o, çocukluğumdaki çizgi filmlerdeki, okuduğum masallardaki kanatlı melek figürlerini hatırlatan kadındır. Tanrıların müzik aleti olan arpı çalan ruh seyyahıdır kendisi…
Onun melodileri yağmurdan sonraki toprak kokusuna benzer ve sevgilinizin gözlerindeki parıltı kadar kutsaldır. (Bana inanmıyorsanız müziği çalarken bakın sevdiğinize!)
Her dinlediğimde aklıma “Elf” müzikleri gelir ve ruhumu adeta Tolkien’ın orta dünyasının bozkırlarında dolaştırır. Shakespeare’deki bir tutam ölümsüzlük tozuna benzer ve utangaç bir bulutun kanadına tutunup iç yolculuğunuzu kuş bakışı seyretmeniz için nefis bir kılavuzdur büyülü sesi…
Eğer yorgun, sinirli, anlamsız ya da aşıksanız daha doğrusu nasıl bir ruh halinde dahi olduğunuzu bilmiyorsanız bu su perisinin sesine bırakın kendinizi… Veya yağmurlu bir kış günü yolunuz Efes’e, Meryem Ana’ya düşerse bırakın arabanızda size eşlik etsin… Bir de onun müziğinin ışığında seyredin o muazzam görüntüyü! Fonda Marco Polo veya Mystic Dream çalarken heybetli ve sisli dağların size bakmasına izin verin!
Ve ne yapıp edip 12 kasım günü (bakın şimdiden söylüyorum, sonradan demedi demeyiniz sevgili okuyucum!) yeni albümü olan “The Wind That Shakes The Barley”i (Özgürlük Rüzgarı) mutlaka edinin!
Sevdiği kadını bırakıp İngilizlere karşı savaşa giden bir gencin öyküsünü anlatan, 18. yüzyıla ait İrlanda halk ezgisini bir de Loreena McKennitt’ın kendi yorumuyla dinleyin. İnanın bana o hüznü iliklerinize kadar hissedecek ve o hikayenin bir parçası olacaksınız! 
Madem ki albüme adını veren bu hikayeden bahsettim o halde daha da anlamlanması için kısaca konusundan da bahsedeyim…
 19. yüzyılda İrlanda’lılar dağa çıkarlar. Ceplerinde keskin açlıklarını gidermek için sadece arpa taneleri vardır. İngiliz askerleri ile girdikleri çatışmadan sonra, cesetleri yine İngilizler tarafından, öldürüldükleri yere gömülür. Ve yattıkları yeri kimse bilmez.  Ta ki, ceplerindeki arpa taneleri toprakta yeşerip filiz verinceye kadar…
Albümün çıkış tarihi ayrıca doğum günüme denk geldiği için buradan da kızıl saçlı ilahe Loreena McKennitt’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum! (Böyle bir doğum günü hediyesi çok hora geçti!)
Ve siz de bu albümü önceden kısa kısa dinleyerek şimdiden heyecanlanmak istiyorsanız aşağıda linki açıp, “Hear The Music”  yazan yere tıklamanız yeterli olacaktır!
Necmettin TETİK

Blogger tarafından desteklenmektedir.